Bir kitap Yazmaya başladım (son 5 sendir:)) Bu alttaki onun girişidir.
"Bu senin son şansın. Bundan sonra geri dönüşün olmayacak. Mavi hapı alırsan - hikaye senin için biter, yatağında gözlerini açarsın ve her neye inanıyorsan ona inanmaya devam edersin. Kırmızı hapı alırsan - Harikalar Diyarında kalırsın ve tavşan deliğinin ne kadar derinlere gittiğini sana gösteririm." (Morpheus, The Matrix, 1998) Uzun zamandır beyin araştırmaları yapan biri olarak beyinle ilgili matematik ve teknoloji ile çözemediğim bir noktada takıldığımı fark ettim. Senelerce beynin içinde neler dönüp bittiğini sayısız aletle inceledim. Yüzlerce binlerce satır kod yazıp beynin bize sunduklarını matematik ve bilgisayar yardımıyla anlamaya çalıştım. Ama nafile! Olmuyor da olmuyor! Nasıl olur da insanın o anda canı müzik dinlemek ister, nasıl oluyor da bir anda aşık oluveriyorsun, ama nasıl oluyor da doktora yapmaya ve beynini böyle senelerce sürecek bir tacize alet etmeye karar veriyorsun? Üstelik bundan da zevk alıyorsun:) Bu soruları tabii hemen sormadım. Başta herşey çok güzeldi. EEG aletiyle beynin elektriğini ölçüyorduk. Ekranda X görürsen sağ tuşa bas ama O görürsen basma. O esnada beynin nasıl bir elektrik üretti. Ay, çok heyecanlıydı. Yavaş yavaş bu işlemin esasında mekanik bir altyapısı ve geçmişi olduğunu fark ettim. Hani sıcak bardağa deyince elinizi çekersiniz ya biraz onun gibi birşey. Bir mühendis olarak tüm dünyaya parçalardan oluşan bir makina gibi bakmayı öğreniyorsunuz. Her parçanın önceden tasarlanmış bir amacı ve görevi olması bizler için çok sıradan bir bakış açısıdır. Parçalar birleşir sistemi oluşturur, sistemler birleşir dünyayı oluşturur, dünyalar birleşir... Nereye gittiğimi anladınız. Şimdi tam bu noktada işte beyinin parçalarını inceleyerek bilincin varlığını açıklayabileceğimizi ümit ettik. Ben de böyle bir ümitle senelerce beyinin fizyolojisini ölçmeye, farklı bilişsel durumlara yol açan fizyolojik değişimleri belirlemek istedim. Yani esasında inanıyordum ki düşüncenin altında yatan fizyolojik süreçler vardır ve bunları doğru bir şekilde ölçebilirsek kişinin nasıl bir karar vereceğini de \% 100 bir doğrulukla belirleyebilecektik. Hani taşı camdan bırakırsanız düşer ve biz de ne zaman yere çarpacağını ve hatta nereye çarpacağını çok büyük bir doğrulukla biliriz ya! İşte düşüncenin üretimi de böyle olmalıydı. Tabii bu durumda deterministik (belirleyici) akıma boyun eğmek gerekiyor. Herşeyin bir öncesi ve nedeni vardır. Evren neden-sonuç ilişkisiyle işler. Bu da ilk nedene kadar götürür bizi. Eğer ilk nedeni ortaya çıkaracak öncül bir neden yoksa o zaman neredeyse doğrudan Tanrı'nın varlığını kabul etmemiz gerekiyor. Kısacası kararlarımızı biz veremiyorsak, yani özgür irademiz yoksa, o zaman Tanrı'yı bir şekilde denkleme sokmak gerekiyor. Hani biliminsanının Tanrı'yla işi olmaz falan denir. Bu durumda biliminsanı kullandığı metodolojinin tuzağına düşmüş oluyor. Ben bu kitap biraz da bu konulara değinmek istedim. Önce bir derleme gibi başlatıp ardından düşüncelerimi ekledim. Bu konularda yazılmış çok değerli kitaplar, bilimsel makaleler, şiirler, özlü sözler var. Yolumu aydınlattılar. Bu konu üzerine çalışmaya çok sevdiğim Emre Küçükçolak, Burak Altınbaşak ve Mete Topçuoğlu ile yaptığımız sohbetler sırasında karar verdim. Konuya kör bir biliminsanı gözüyle baktığımdan dolayı Mete'den yedeğim fırçayı hala unutamam. Burak'ın her olaya mantıklı yaklaşımı Emre'nin ise bir birleştirici tavrı bana ne yöne bakmam konusunda büyük katkı oldu.
3 Comments
|
AuthorSome ideas, thoughts, expectations Archives
November 2021
Categories |