Over the years many students came up and wanted my advice on whether to pursue an academic career or just get a job and be on their merry way to make millions. Well, when the question is asked like that, there is only one answer: Man, go make your millions. Life is too short to spend it on chasing the unknown. Besides, who cares if you discover or invent something? You still probably will not live to see it return to you with millions.
3 Comments
Uzun zamandır mentorluk nedir, nasıl iyi mentor olunur onu düşünüyorum. Mentorluk (akıl hocalığı) adı da üstünde oluduğu gibi danışanlara vereceğiniz akıllınızla sınırlıdır. Bu akıl da yıllar içinde biriktirdiğiniz bilgi ve tecrübelerinizin sezgilerinizle birleşmiş halidir. Bu demek ki mutlak değildir. Siz geliştikçe, öğrendikçe vereceğiniz akıl da değişir. Peki iyi akıl ve kötü akıl vermek mümkün mü? Kesinlikle! Sonuçta akıl veren kişi de duygularından etkilenir. Bu da işi iyice karmaşık hale getirir. Mentorun da iyi günü kötü günü olabilir. Bu kadar belirsizliği olan bir süreçte, olan tabii ki danışana olur. Bunu daha mutlak bir hale getirmenin yolunu seneler içinde bulmaya çalıştım. Şimdi bu yöntemimden bahsetmek isterim. Ama önce: Odamda bir sürü film afişi var. Bunları oraya sırf beğendiğim filmler oldukları için asmadım. Size bunlardan aldığım ilhamı anlatmak isterim. İlki MATRIX Filmi. Afiş aşağıda. Neo (Mr. Anderson) normal hayatta bir programcıdır. İçinde bir cevher vardır ve kendisi bile bunun farkında değildir. Ancak Morpheus gibi bir ustanın (mentor) yardımıyla cevherini bulacak ve değerlendirebilecektir. Morpheus onun bu cevheri bulmasına ve işlemesine yardımcı olur ama ne yapması gerektiğini söylemez. Ona Neo'nun karar vermesi gerekir. Bu afiş hep karşımda. Ona baktıkça her gelen arkadaşıma böyle yaklaşmaya çalışmam gerektiğini hatırlarım. İkinci afiş Star Wars filminden. Bu film bana İYİ mentorla KÖTÜ mentor arasındaki farkı hatırlatır. Birisine vereceğiniz akıl ve yol gösterme onun tüm hayatını etkileyebilir. Dikkatli olunması gereken bir adım. Hani büyüklerimiz hep "Şöyle yapmalısın" falan der ya. İşte bence bir mentorun yapması gereken en son şey budur. Doğruyu danışanın bulmasına yardımcı olmak bence iyi mentorlük örneği. Üçüncü film The Good The Bad and The Ugly. Bu filmin bana hissettirdikleri de: ahlaklı ve doğru olduğunda hırsız bile olsan sana yardıma koşulur, saygı duyulursun. Gerçi adam sonuçta hırsız ama ahlaklı olanından:) Dördüncüsü ve hep en yakınımda duran ise ROCKY afişi. Bayılıyorum buna: Yani düşünsenize hayatınızdan bir sürü ters giden şey oluyor ve olmaya da devam edecek. Her ayağınız tökezlediğinizde oturup ağlayacak mısınız? Her zorlukla karşılaşınca geri adım mı atacaksınız? Bu söylediklerim dik kafalı olun demek değil. Dik durun, mücadele edin demek. Zira ancak ayakta kalabilenler başarılı oluyor. Bence iyi mentor danışanına bu özgüveni vermeyi bilmeli. Kişinin içindeki bu cevherin her gün farkında olmasına ve ondan güç almasına yardımcı olmalı. Ha bir de şunlar var odamda: Bruce Lee Bu film de bana gereksiz hareketler yapmamayı, akışı iyi takip etmeyi ve doğru zamanda doğru hamleyi yapmanın önemini hatırlatır. Tek hareket, iş biter (Façaaaa!) Diyeceksiniz ki bu nasıl oda. Devam edelim. Bir de bu abi var: Her zaman insanlık için yapılacak bir iyilik vardır. En kötü gününde bile en üzgün sıkıntılı olduğun anda bile kapından içeri giren o kişiye bu iyiliği yapmalısın. O da sen de bunu hak ediyorsun.
Hani şimdi diyeceksiniz ki sen de ermiş gibi konuşuyorsun. Sanırım akıllanmak böyle birşey. Yol uzun, akıllanmanın da ne sonu ne de derecesi var. Her gün keseye bir bilgi bir tecrübe ve bir umut daha ekleyerek yola devam etmek en mutlu edeni. Hele dokunduklarınızın gittikleri yoldaki mutluluklarını görmek en güzel armağan. Mentorun her söylediği doğru olmayabilir. Danışana en uygunu da olmayabilir. Onun için mentorun iyi bir dinleyici ve karakter analisti olması bence en önemlisi. Hemen paldır küldür danışana ne yapılamsı gerektiğini söylemek bence en hatalısı. Ben elimden geldiğince karşımdakini anlamaya çalışıyorum. Karakterini, beklentilerini, ümitlerini anlamaya çalışıyorum. Bir deneyin. Ödülü çok güzel. Bir kitap Yazmaya başladım (son 5 sendir:)) Bu alttaki onun girişidir.
"Bu senin son şansın. Bundan sonra geri dönüşün olmayacak. Mavi hapı alırsan - hikaye senin için biter, yatağında gözlerini açarsın ve her neye inanıyorsan ona inanmaya devam edersin. Kırmızı hapı alırsan - Harikalar Diyarında kalırsın ve tavşan deliğinin ne kadar derinlere gittiğini sana gösteririm." (Morpheus, The Matrix, 1998) Uzun zamandır beyin araştırmaları yapan biri olarak beyinle ilgili matematik ve teknoloji ile çözemediğim bir noktada takıldığımı fark ettim. Senelerce beynin içinde neler dönüp bittiğini sayısız aletle inceledim. Yüzlerce binlerce satır kod yazıp beynin bize sunduklarını matematik ve bilgisayar yardımıyla anlamaya çalıştım. Ama nafile! Olmuyor da olmuyor! Nasıl olur da insanın o anda canı müzik dinlemek ister, nasıl oluyor da bir anda aşık oluveriyorsun, ama nasıl oluyor da doktora yapmaya ve beynini böyle senelerce sürecek bir tacize alet etmeye karar veriyorsun? Üstelik bundan da zevk alıyorsun:) Bu soruları tabii hemen sormadım. Başta herşey çok güzeldi. EEG aletiyle beynin elektriğini ölçüyorduk. Ekranda X görürsen sağ tuşa bas ama O görürsen basma. O esnada beynin nasıl bir elektrik üretti. Ay, çok heyecanlıydı. Yavaş yavaş bu işlemin esasında mekanik bir altyapısı ve geçmişi olduğunu fark ettim. Hani sıcak bardağa deyince elinizi çekersiniz ya biraz onun gibi birşey. Bir mühendis olarak tüm dünyaya parçalardan oluşan bir makina gibi bakmayı öğreniyorsunuz. Her parçanın önceden tasarlanmış bir amacı ve görevi olması bizler için çok sıradan bir bakış açısıdır. Parçalar birleşir sistemi oluşturur, sistemler birleşir dünyayı oluşturur, dünyalar birleşir... Nereye gittiğimi anladınız. Şimdi tam bu noktada işte beyinin parçalarını inceleyerek bilincin varlığını açıklayabileceğimizi ümit ettik. Ben de böyle bir ümitle senelerce beyinin fizyolojisini ölçmeye, farklı bilişsel durumlara yol açan fizyolojik değişimleri belirlemek istedim. Yani esasında inanıyordum ki düşüncenin altında yatan fizyolojik süreçler vardır ve bunları doğru bir şekilde ölçebilirsek kişinin nasıl bir karar vereceğini de \% 100 bir doğrulukla belirleyebilecektik. Hani taşı camdan bırakırsanız düşer ve biz de ne zaman yere çarpacağını ve hatta nereye çarpacağını çok büyük bir doğrulukla biliriz ya! İşte düşüncenin üretimi de böyle olmalıydı. Tabii bu durumda deterministik (belirleyici) akıma boyun eğmek gerekiyor. Herşeyin bir öncesi ve nedeni vardır. Evren neden-sonuç ilişkisiyle işler. Bu da ilk nedene kadar götürür bizi. Eğer ilk nedeni ortaya çıkaracak öncül bir neden yoksa o zaman neredeyse doğrudan Tanrı'nın varlığını kabul etmemiz gerekiyor. Kısacası kararlarımızı biz veremiyorsak, yani özgür irademiz yoksa, o zaman Tanrı'yı bir şekilde denkleme sokmak gerekiyor. Hani biliminsanının Tanrı'yla işi olmaz falan denir. Bu durumda biliminsanı kullandığı metodolojinin tuzağına düşmüş oluyor. Ben bu kitap biraz da bu konulara değinmek istedim. Önce bir derleme gibi başlatıp ardından düşüncelerimi ekledim. Bu konularda yazılmış çok değerli kitaplar, bilimsel makaleler, şiirler, özlü sözler var. Yolumu aydınlattılar. Bu konu üzerine çalışmaya çok sevdiğim Emre Küçükçolak, Burak Altınbaşak ve Mete Topçuoğlu ile yaptığımız sohbetler sırasında karar verdim. Konuya kör bir biliminsanı gözüyle baktığımdan dolayı Mete'den yedeğim fırçayı hala unutamam. Burak'ın her olaya mantıklı yaklaşımı Emre'nin ise bir birleştirici tavrı bana ne yöne bakmam konusunda büyük katkı oldu. Hep soruyorlar nedir bu Tıp Mühendisliği? Hergün yeni bir bölüm uyduruyorlar. Bu da onlardan biri mi diye. Elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım. Bir kere bu uyduruk bir isim değil. Çıkışı 1940'lara dayanır. O zamanlarda Amerika'daki IEE (Institute of Electrical Engineers) klinik alanda uzmanlaşmaları için bir şube açıp adına Medical Electronics demiş. Savaş sonrası bu alan ilgi çekmeye başlayınca gene Amerika2daki çeşitli üniversiteler Medical and Biological Engineering (Tıp ve Biyoloji Mühendisliği) adı altında lisansüstü programlar açmışlar. Tıp mühendisliği (medical engineering) kavramına ilk olarak 1950’lerde Amerika Birleşik Devletleri’nde rastlanmaktadır. O zamanki Elektrik Mühendisleri Odası, tıp ve biyolojide karşılaşılan problemlerin elektronik mühendisliği yaklaşımlarıyla çözülebilmesi amacıyla kendisine bağlı bir “Tıbbi Elektronik” (medical electronics) şubesi kurmuştur. Bu şubenin çalışmaları ilgi görünce hemen tıp ve biyoloji mühendisliği (medical and biological engineering) adlı yüksek lisans ve doktora programları açılmıştır. 1960’larda iki isim birleştirilerek biyo-medikal mühendisliği lisans programları öğrenci almaya başlamıştır. Bu yeni programlar, adından da anlaşılacağı gibi sadece tıp değil biyoloji alanında da çözümler üretecek mühendisler yetiştirmeyi hedeflemiştir. Seneler içinde biyomedikal mühendisliği biyomühendislik ile de yaklaşmış ve biyolojik uygulamalar öne çıkmıştır. Bunların içinde doku mühendisliği, biyomalzemeler ve rejeneratif tıp uygulamaları bulunmaktadır. Hal böyle olunca biyomedikal mühendisliği klinikten uzaklaşmaya başlamıştır. İşte 2000’li yılların başında tekrar bu mesleği klinik odağa çekebilmek için tıp mühendisliği programlarının açıldığını görüyoruz. Günümüze gelindiğinde tıp mühendisliği kavramının iki paralel hatta ilerlediğini görüyoruz: İlki doktor-hasta arasında ihtiyaç duyulan tanı ve tedavi yöntemlerine yönelik tıbbi cihaz ve malzeme geliştiren alan, ikincisi sağlık hizmetinin iyileştirilmesi amacıyla hastanelerde de ihtiyaç duyulan teknolojik yenilikleri tasarlayan ve geliştiren alan. Kısacası tıp mühendisliği günümüzde kullanıldığı anlamıyla biyomedikal mühendisliği ile hastane mühendisliğinin birleşmiş halidir. Bir tıp mühendisliği lisans programı farklı bileşenlerden oluşabilir. Her kurum kendi vizyonu ve eğilimine göre bu bileşenleri belirleyebilir. Her tıp mühendisliği programı, vizyonu ve altyapı imkânları doğrultusunda buradaki oranları uygun gördüğü şekilde değiştirebilecektir. Bu içerik belirlenirken gelecekte sağlık alanında ihtiyaç duyulacak alanların neler olacağının dikkate alınması önemlidir. Önümüzdeki 20-30 yılda öne çıkacak alanların biyomalzemeler, yapay zekâ, taşınabilir/giyilebilir cihazlar olduğu düşünülürse bu beklentiye uygun bir müfredat hazırlamak yerinde olur. Bu arada hastanelerin de teknoloji seviyelerinin artıyor olması tıp mühendisliği kavramını biyomedikal mühendisliğinin hasta-doktor tarafındaki teknolojik AR-GE’sini hastane mühendisliği kavramıyla birleştiren bir alan olarak şekillendirmektedir. Tıp mühendisliği ülkemizde de 25 Haziran 2015’te 29397 sayılı Resmî Gazetede yayınlanan bir kararla biyomedikal mühendisiyle aynı haklara ve tanınırlığa kavuşturulmuştur. Ülkemizde tıp mühendisliği alanında lisans eğitimi veren iki üniversite mevcuttur (Acıbadem Üniversitesi ve Karabük Üniversitesi). Bu alanda tek lisansüstü eğitimi ise sadece Acıbadem Üniversitesi tarafından verilmektedir. Daha yaygın olan biyomedikal mühendisliği ise 17 üniversitede lisans ve lisansüstü eğitimleri sunmaktadır. Her üniversitenin kendisine has kuvvetli olduğu alanlar mevcuttur. Elektronik veya makine mühendisliğinin içinden doğmuş olması hasebiyle çoğu biyomedikal mühendisliği programında bu alanların baskınlığı hissedilmektedir. Öte taraftan daha çok temel bilimci veya biyomühendisler tarafından kurulan biyomedikal mühendislik programlarında ise kimya ve biyoloji ağırlıklı bir müfredat öne çıkmaktadır. Bu alana girmek isteyen adayların en çok sorduğu soru “iş imkânları” ve “mesleğin geleceği” ile ilgili olmaktadır. Mesleğin geleceği hakkında verilecek cevap şöyle olabilir: Dünyada üzerinde sürekli olarak çalışılacak olan üç temel sorun vardır: Enerji, gıda ve sağlık. Bunların üçüne de çözümler hep teknolojiden gelmektedir. Demek ki bizlerin bu alanlarda çözümler üretmeyi hedefleyen, bu teknolojilerin doğru, etkin ve verimli kullanılmalarını sağlayacak mühendisler yetiştirmemiz gerekmektedir. Yani bu sonu gelmeyecek bir gelecek demektir. Demek ki bunları sağlayacak şirketlerin de ömrü tükenmeyecektir. Kısaca söylemek gerekirse bu alanda iş imkânı her zaman olacaktır. Gerek AR-GE gerek üretim gerekse satış pazarlama gibi alanlarda hep tıp/biyomedikal mühendislerine ihtiyaç duyulacaktır. Bunun yanı sıra git gide teknoloji seviyesi ve kullanımları artan hastanelerde de sistemlerin sürdürülebilirliği ve hatta inovasyonları için de tıp mühendislerine ihtiyaç duyulacaktır. Bu alan, aynen bir elektronik veya bilgisayar mühendisliği gibi sadece lisans derecesiyle uzmanlaşmaya yetmeyecektir. Daha yetkin olmayı hedefleyen mühendis ve temel bilim mezunlarının lisansüstü programlarda becerilerini ve yetkinliklerini artırmaları faydalı olacaktır. Doğasında interdisipliner olan bu alanda çalışacak adayların, klinik ortamları iyi tanımaları, sağlık profesyonelleri ile rahat bir iletişim kurabilmeleri elzemdir. Her kademeden sağlık çalışanının bizlere her zaman ihtiyacı vardır. Her gün karşılaştıkları ve hala çözümü olmayan problemleri bıkmadan dinlemeyi bilen, bunlara çözüm bulmak için gene multidisipliner ekiplerle çalışmayı adet edinmiş tıp mühendislerini yetiştirmemiz gerekmektedir. Bu yaklaşımı benimseyip dünyaya tanıtanStanford Üniversitesi Biodesign Center2000’li yılların başında kurmuştur. İhtiyaçtan inovasyona nasıl gidileceğini adım adım belirledikleri bu yaklaşımı dünyayla paylaşmışlardır. Biyomedikal/tıp mühendisliği alanında sürdürülecek lisansüstü çalışmaların büyük bir kısmı daha temel bilimsel nitelikte olup ancak küçük bir kısmı klinik ve dönüşümsel (translational) alanda olabilmektedir. Bunun nedeni hasta üzerinde çalışmalara başlamadan önce aşılması gereken zahmetli adımların oluşudur. Esasında bu aşama daha zordur. Klinik çalışmalar her ne kadar etik kurul onayları gerektirse de esasında daha hızlı yürütülebilmektedir. Hem klinisyenler hem de hastalar klinik başarıyı artırabilecek bir çalışmanın içinde olmaktan her zaman büyük mutluluk duymuş ve özveriyle çalışmalara katılmışlardır. Biz mühendislere düşen görevse bu aşamaya gelmeden önce tüm gerekli ön hazırlıkları yapmış olmak, test ve kalibrasyon işlemlerini bitirmiş olmaktır. Zaten medikal cihaz ve malzemelerin piyasaya çıkışını geciktiren en önemli faktör de bu kısımdır. Ülkemizde bu tür ölçme ve onaylama işlemlerini yapan akredite laboratuvarlar ve uzmanların sayısı çok azdır. Bu yüzden bu tür onaylar için genelde yurtdışındaki laboratuvarlarla çalışmak gerekmektedir. Bu da maliyetli ve zaman kaybını artıracak niteliktedir. Ülkemizde sağlık teknolojilerinin geliştirilmesi için sunulan teşvik ve destekler git gide artmaktadır. Ülkemizin cari açığının en önemli bileşenlerinden olan tıbbi cihaz ve sarf malzemelerinin ülkemizde üretilmesi yeni mezun olan mühendis arkadaşlarımızı bekleyen bir görevdir. Bu görevi tüm paydaşların elbirliğiyle üstlenmesi en büyük ümidimdir. Kaynaklar Biyotasarımın Adımları, http://biodesign.stanford.edu/about-us/process.html (Erişim Tarihi 26.02.2019). Bronzino, J. D., Biomedical Engineering: A Historical Perspective, Introduction to Biomedical Engineering (Üçüncü Baskı), Elsevier, 2012, 1-33. Nebeker, F., “Golden Accomplishments in Biomedical Engineering,” IEEE Engineering in Medicine and Biology Magazine, Cl. 21, no. 3, s. 17–47, 2002. Newell, J. C., The Development of Biomedical Engineering as Experienced by One Biomedical Engineer, Biomedical Engineering Online, 2012, 11, 94. Schwan, H. P., Organizational Development of Biomedical Engineering, IEEE Engineering içn. Medicine and Biology Magazine, IEEE, 1991, 10, 25-29. Valentinuzzi, M. E.; Zanutto, S. B., Torres, M. E. Spelzini, R., The Development of Biomedical Engineering, IEEE pulse, 2010, 1, 28-38. Wheeler, B., EMBS at Half a Century: IEEE’s Original Life Science and Biomedical Engineering Initiative Grows Stronger Every Year, IEEE pulse, 2014, 5, 6, 13. * Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi 2019, sayı 50, sayfa 24-25 yayınlanan yazımdan alıntıdır. (http://www.sdplatform.com/Document/DocumentGalery/SD_50.pdf) |
AuthorSome ideas, thoughts, expectations Archives
September 2023
Categories |